28 Aralık 2010 Salı

Güzel Bir Blog


"Akıntı, boğaza yaşam getirir, boğazdan yaşam götürür. Aslında boğazda akan, sular değil yaşamın ta kendisidir. Yaşam hızla akar Boğaziçi'nde. İki denizin suları ve yaşamları kuşatır derinlere giden yolcuyu."
Marmara sularındaki deniz yaşamı üzerine güzel bir günce/blog sitesi keşfettim bugün. Eğer siz de, Nat. Geo. ve Discovery belgeselleriyle büyüdüyseniz, eminim Derin Takip bloguna da bayılacaksınız. Üstelik bu sefer fotoğraflar ve hikayeler dünyanın diğer ucundan değil, elimizi uzatsak dokunabileceğimiz Marmara Denizi'nden.

Not: Fotoğraf, Derin Takip blogundan alıntıdır.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Hep böyle hatırlayacağım seni. Omzunda başım. Gözlerim kapalı. Ne düşündüğümü bilmiyorum, ama sırf o anın anısıyla bile huzur doluyor içim. Mavi çiçek, senin var olduğunu bilmek bile mutlu ediyor beni. Bana verdiğin her şey için, en çok bir yılı aşkın süredir içimde dolup taşan yaşama aşkı için. Şimdi gitmiş olman, verdiklerini geri alamaz ki benden. Hâlâ yansıman duruyor gözlerimde ve dokunuşun ellerimde. Ben seni sevdim. Hani şimdi sen yoksun diye, kalbimi söküp atamam ki...

17 Aralık 2010 Cuma

Ağlayın, aşinasız, sessiz can verenlere,
Otel odalarında...


Bu sessiz otel odasında ölmek istedim. Seninle ilk geldiğimiz günkü gibiydi her şey. Yerli yerinde. Duvarlar kirli sarı, perdeler aralık, karanlık. Baş ucumdaki lambadan süzülen ışık öyle az ki, kendini aydınlatmaya yetmiyor. Yerde hafifçe kirlenmiş bir halı. Nevresimde sigara yanıkları. Her şey olması gerektiği gibi. Her şey senin parmak izlerini taşıyor. 

Ama artık sen kokmuyor. Sen gideli çok olmuş.

Yine de eşyanın hafızası, insan hafızası kadar kısa değil. Dokunduğun her şey senin sıcaklığını taşıyor. Bıraktığın izler duruyor öylece. Senin dokunuşun, asla terk etmemek üzere, titriyor eşyadan eşyaya. Evrene yayılıyor. İnsan hafızası, kısacık ömrüyle ve vefasızlığıyla unutsa bile seni, eşyada dokunuşun sonsuza dek yankı buluyor. Baktığın aynada saklı hâlâ güzel yüzünün izi. Teninin değdiği her parça kumaş, belki artık sen gibi kokmuyor, ama hatırlıyor senin hain dokunuşunu. Seni unutmuyor, hatırlıyor. Bir parmak izi gibi eşsiz ve bir can gibi biricik o dokunuş, hafızasında.

Oysa insan, her daim daha vefasız olmuştur eşyadan. İnsan vefasızdır, çünkü insan özlemesini bilir. Peki ya eşya? Peki ya perdeler, saldalyeler, bu yatak, bu yastık seni özlemek nedir bilir mi? Kaç damla göz yaşı dökmüştür onlar gidenin ardından? Kaç uykusuz gece geçmiştir dönüşünü bekleyerek? Özlemeyi bilmeyen eşya için, vefa öyle ağır bir yük değil ki demirden bir haç gibi asılı dursun boynunda. Dibe çeksin incecik boyunlarını yavaş yavaş...

Bu odada ölmek istedim ben, çünkü biliyorum ki sen geri gelmeyeceksin. Çünkü ta içimdeki bu can, cananına kavuşmayacak bir daha. Öyleyse ne anlamı var vefanın, özlenen geri dönmeyecekse gittiği uzak şehirden? Ölmeyi diledim, çünkü eşya gibi sessiz, hareketsiz, senin vefa borçlun olmak, özlem ve hasret içinde gün be gün eriyip bitmekten daha kıymetlidir. Vefasız kalbimin seni dalga dalga eritip başka kıyılara kum gibi dağıtması, senin güzel anına ihanettir. Hapsolduğum bu beden, pek çok kereler ihanet etmiş de olsa sevdiğine, sen benim sevdiğim değildin ki! Sen, ruhumun kayıp yarısı, sen kaybettiğim bir kol, bir bacak, sen bedenimin sol yanı, senin anına ihanet etmek şu canıma sürgün yeri.

Odanın karanlığı kaplıyor gözlerimi. Artık görmüyorum, duymuyorum, hissetmiyorum. Ben sana verdim dilimi, dudağımı, tenimi. Ne ses, ne seda, ne bir dokunuş kaldı geri. Şimdi sen gitmişken ve sen geri gelmemecesine gitmişken şehrimden, yollar geçiyor üzerimden, insan ayakları altında eziliyorum. Ciğerimdeki nefes, nefes değil, ölüm kokusu. Gökyüzü üzerime kapanıyor, toprak çekiliyor bastığım yerden. Dokunduğum güller soluyor, aynalar küs gölgeme bile. Çekip gitmek kolay, gitmek acısız. Ama senin hayalin bağlıyor canımı ete. Seni görmek hayalinden gözümdeki bir damla fer.

Diyorum ya gitmek kolay, gitmek acısız. Gittiğin için kızmıyorum bile sana. Bu karanlık odada, senin tenine değen her parça eşya gibi, bekliyorum eşya olmayı. Belki o zaman, vefa borcumu canımla ödeyerek, senin dokunuşundaki sonsuzluğa ererim ve belki o zaman sen gitmezden evvelki yekpare yüreğimle geri dönerim sana bir ruh gibi. Ebediyen bedensiz, kimsesiz. Ama seni sevmenin bedeliyse ödeyeceğim, yaşadım ben seninle ve şimdi gidişim, sonların en güzeli.

10 Aralık 2010 Cuma

esx.. sxe.. xse...SEX!


İnsanın ülkeleri, milyonları yönetip de, kendi vücudunu yönetememesi ne garip değil mi? Her güçlüğe karşı koyup da, vücuduna karşı koyamaması?

Bu konuyla ilgili olarak Bill Clinton geliyor aklıma. Monica Lewisnky skandalını hepiniz hatırlarsınız. Hatta şimdi Viki'ye bakarken, Amerikan başkanının kırdığı başka cevizleri de gördüm.

Ama benim asıl merak ettiğim şey bu değil. Aklımda bir soru var.

21. yüzyılda hâlâ kendi bedenine tam anlamıyla hâkim olamayan insanın bu dürtüsü, acaba soyunu devam ettirme içgüdüsünden mi kaynaklanıyor? Yoksa zevk alma istediği, üreme isteğinin önüne geçmiş durumda mı? Yani, seks zevkli bir şey olduğu için mi yapıyoruz? Yoksa "Temel İçgüdü" filminin adından da anlaşılacağı gibi, tek hücreli canlılar için bile temel bir içgüdü olan soyunu devam ettirme isteği bizi seks yapmaya itiyor ve bu sürecin yan etkisi olarak zevk mi alıyoruz?

Günümüz insanının zevk arayışı, içgüdünün önüne geçmiş midir sizce?

9 Aralık 2010 Perşembe

Playing God


Diyelim ki benim bir dişi, bir erkek iki tane balığım var.
Ama bir gün bu balıklar bana karşı geliyor ve yasakladığım bir şeyi yapıyor.
Ben de onları cezaandırmaya karar veriyorum ve ceza olarak bunları rezil bir akvaryuma koyuyorum.

Bu balıklar yavruluyor ve akvaryumdaki balık sayısı git gide artıyor. Üstelik bu yeni yavruların, anne babalarının yediği haltlarla hiçbir alakası yok. Zaten o zaman daha dünyaya bile gelmemişler. Ama ben bu balıklara ders vermek istediğim için, yapmadığım işkence kalmıyor.

Mesela, yavru balıkların birinin kuyruğunu koparıyorum. Birkaç tanesini özürlü yapıyorum. Balıkların birkaçı siyah renkli, diğerleri turuncu renkli. Bu turuncu balıkların, siyah balıklardan nefret etmesini sağlıyorum ve onlar birbirini öldürürken olanara göz yumuyorum.

Balıklardan büyük olanlar, verdiğim tüm yemi kendileri yiyor. Yiyemeyecekleri kadar yem bile versem, küçük balıkların yemesine izin vermiyor ve onların açlıktan ölmesine neden oluyor.

Sonra balıkların birkaçı ölümcül bir hastalığa yakalanıyor ve diğer balıklarda bu hastalığın ilacı olduğu halde, can çekişen bu balıklara ilacı vermiyor.

Bazı balıklar diğerlerinden daha güçlü olduğu için zayıf balıkları hırpalıyor, sahip oldukları ne var ne yoksa el koyuyor. Ben, bunu durdurabilecek güçte olduğum halde hiçbir şey yapmıyorum. Erkek balıklar, dişi balıkları başka balıklarla yüzdükleri için öldürmeye başlıyor. Sesimi çıkarmıyorum.

Sonra aralarından birkaç balık seçip, onlara söylediklerimi diğer balıklara iletmelerini istiyorum. Gerekli gereksiz bir sürü kural koyup, bunlara uymayanın cayır cayıp yanacağını söylüyorum. Bu kuralların onların iyiliği için olduğunu söylüyorum. Her ne yapıyorsam, onlara bir ders vermek için yaptığımı söylüyorum, ama balıkların nedensiz yere birbirlerini öldürmesinden ne gibi bir ders çıkacacığını bir türlü açıklamıyorum.

Balıkların bazıları beni çok sevdiklerini, diğerlerininse benim dediklerimi yapmadıkları için hain olduğunu söylüyor. Diğer balıklarsa, asıl kendilerinin beni çok sevdiğini, beni sevdiğini iddia eder öbür balıkların hiçbir şeyden haberleri olmadığını söylüyor ve benim adıma, birbirlerini öldürmeye başlıyorlar. Ben ki gücü her şeye yeten, makamı her şeyin üzerinde olan, buna karşı kılımı kıpırdatmıyorum...

Üstelik, elimde çok daha güzel, her şeyin mükemmel olduğu başka bir akvaryum daha var. Ama ben sırf bu balıklar dersini alsın diye onların acı çekişini izliyor, yalnızca bu sınavı geçebilenlerin o güzel akvaryumda yaşayabileceğini söylüyorum. Bu akvaryumu da, o diğer güzel akvaryum gibi mutlu bir yer yapma gücüne sahipken, sırf bu balıklar yola gelsin diye yapmıyor ve diğer akvaryumu bir koz olarak kullanıyorum.

Bu listeyi sayfalarca uzatabilirim, ama asıl demek istediğim:

Ya bu balıklardan nefret ediyorum, çünkü tüm bu kargaşa ve acıyı durduracak kudrete sahipken, yapmıyorum.

Ya kötü bir insanım ve onların acısından zevk duyuyorum.

Ya da ben yokum...

Tercih sizin.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Meme kanseri, pedofili, AIDS


Nevada Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre, birkaç ay önce Facebook üzerinden yürütülen meme kanserine duyarlılığı arttırmak için statüye sütyen rengi yazma kampanyasının ardından, meme kanseri tarih oldu. Deneklerin %98.7'sindeki kanser mucizevi bir şekilde yok olurken, geri kalan %1.3'lük kısmın Facebook hesabı olmadığı için ne yazık ki bu tedaviye cevap vermediği ortaya çıktı.

Aynı üniversitede halen devam etmekte olan pedofili (bebe sevicilik, ama bildiğiniz gibi değil) araştırmasına göre, profil resimlerine çocukluğumuzun çizgi film karakterlerinin resimlerini koyan milyonlarca Facebook kullanıcısı sayesinde, dünya genelinde pedofili vakalarında %83'lük bir düşüş gözlendi. Bu gelişmenin ardından 5 Posta aldı sitenin sahibi Fenasi Kerim, kendini budizme adadı ve Tibet'te bir manastıra yerleşti.

Facebook adlı paylaşım sitesinin tıp alanında bu denli dramatik bir başarıya imza atması, çağımızın vebası AIDS ile mücadelede yeni bir umut ışığı yaktı. Binlerce düşünür ve bilim insanı bir araya gelerek, AIDS'e karşı yürütülen kolektif savaşım için post-modern bir tedavi arama yoluna gitti. WHO yetkililerinin New York saatiyle dün akşam 8 sularında yaptığı açıklamaya göre, Facebook kullanıcıları götlerinin resimlerini çekerek profil fotoğrafı olarak kullanırlarsa AIDS hastalığı 3 yıl içerisinde dünya üzerinden tamamen silinecek.

Bilindiği üzere, HIV cinsel yolla ve kan yoluyla bulaşan ölümcül bir virüstür. Aktif olarak Facebook kullanan milyonlarca insanın aynı anda götlerini afişe etmeleri halinde, dünya genelinde sevişen insan sayısının hızla azalacağı, en güvenli seks şekli olan mastürbasyonunsa git gide seksin yerini alacağı tahmin edilmekte. Eldeki verilere bakılarak, çağın vebası AIDS'in birkaç yıl içerisinde tarihin tozlu sayfaları arasında yerini alacağı açıkça görülmektedir.

Sevgili bloggerlar, siz de bu gidişe bir dur deyin. Facebook profilinize götünüzün resmini koyun.

Pastafaryan, Uçan Spaghetti Krallığı'ndan bildirdi.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Yiğidim, aslanım...



Nazım Hikmet için yazılan bu şarkıyı, nedense hep Atatürk ile özdeşleştirmişimdir... Zülfü Livaneli'nin güzel sesine ve yüreğine sağlık.

3 Aralık 2010 Cuma

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Elimizde bunlar var:

random (7) çeviri (7) niteliksiz bilgi (6) sevgili günlük (6) dimi (5) final haftası (5) translation of poetry (5) şiir (5) şimdi reklamlar (5) ateizm (3) hayatım sikildi (3) kısa öykü (3) nazım hikmet poems in english (3) poetry (3) sex (3) yemek tarifleri (3) öyküler (3) Muse (2) TV (2) aşk (2) blog (2) denemeler (2) din (2) ewan mcgregor (2) istanbul (2) izmir (2) kadın erkek ilişkileri (2) linguistics (2) poème (2) çizim (2) 3D (1) 40. izleyici (1) BÜMAK (1) NY (1) abazanlık (1) aids (1) aile (1) ajda pekkan (1) alıntı (1) amerika vs. türkiye (1) ananas (1) anket (1) avatar (1) ayrılık (1) aşk-ı memnu (1) bilinmeyen gerçekler (1) bir günah gibi (1) bira (1) burger king (1) ceci n'est une pipe (1) curt wild (1) duman (1) facebook (1) filistin (1) film (1) fransızca (1) français (1) freud (1) gaykedi (1) gel gör beni (1) gramer (1) hamster yemi (1) hastalık hastası (1) hayat (1) ikea (1) inekler (1) internet (1) israil (1) itü sözlük (1) kalbim ege'de kaldı (1) kelimeler (1) kendime not (1) kilyos (1) krema (1) kızarmış ekmek (1) lover you should've come over (1) martin luther king (1) mcdonalds (1) mid-term (1) müzik (1) oasis (1) olmayan adam (1) olric (1) oscar wilde (1) pasta (1) pastafaryan ne demek (1) patlıcanlı kabaklı makarna (1) pedofili (1) pedophile beards (1) psychology 101 (1) rapist glasses (1) sportsfest (1) star wars (1) steakhouse (1) sıçtın mavisi (1) texas (1) the ballad of reading gaol (1) the x files (1) to-do list (1) tutunamayanlar (1) usa (1) var olmak (1) velvet goldmine (1) video (1) webstats (1) yorum denetimi (1) yunanistan (1) yunus emre (1) çürük raporu (1) ödev (1) özgürlük (1) öğrenci evi (1)
 

Blog Template by YummyLolly.com - RSS icons by ComingUpForAir