“Güzellik uğruna güzel olmayan şeyler yapmak”, bir paradoks, bir yanılsama, bir algıda seçicilik. Gerçek güzelliğin ne olduğunu aslında hiçbirimiz bilmiyoruz, sadece üzerinde tahminler yürütüyoruz, çünkü işin özüne inildiğinde her şey göreceli, hiçbir şey değişmez değil. En acısı da, aslında hiçbir şey yansıması kadar güzel değil. Antik Çağ düşünürlerinden günümüz yönetmenlerine kadar insanlığın her döneminde üzerinde onca fikir üretilmiş, kafa yorulmuş bir kavram olan “güzellik”, Nip/Tuck senaristlerince ameliyat masasına yatırılıyor.
ABD’de 2003-10 yılları arasında yayınlanmış ve CNBC-e aracılığıyla Türk izleyicisiyle buluşmuş olan televizyon dizisi Nip/Tuck, gerek işlediği konu, gerekse bu konuyu ele alışı bakımından, televizyonculuk tarihinin en cesur dizisi olarak nitelendirilebilir. İki estetik cerrahın mutlak güzelliği ararken ve bulamadıkları takdirde onu yaratmaya çalışırken başlarından geçenleri konu alan dizi aslında hepimizin yumuşak karnı olan bir konuya parmak basıyor: İnsanın güzellik arayışı.
Güzellik arayışının, bir yandan da ölümsüzlük arayışıyla ilgisi yok mu sanki? Asla solmayacak bir hayal, unutulmayacak bir yüz, hafızalardan kazınmayacak bir vücut değil mi insanın peşinden koştuğu? Bir tuvalin üzerinde yeni bir dünya yaratan ressam gibi, kendinden bir şaheser yaratmaya çalışan insan, yaratıcı gücün ve nihayetinde ölümsüzlüğün peşinde değil midir aslında? Ya da konuyu karşıt bir açıdan ele alacak olursak, güzellik, yaratıcı güç ile özdeşleştirdiğimiz bir özellik, tanrısal bir şey değil midir insan oğlunun gözünde? Bu yüzden değil midir; önce güce, sonra güzelliğe tapmamız? Hatta, güzelliğin en acımasız insanı bile dizlerinin üzerine çöktürebilecek korkunç gücü, onu her şeyin hâkimi kılmaz mı bir yerde?
Nip/Tuck dünyasının izleyicelerine sunduğu felsefelerin biri de, şu cümlenin içinde gizli: “Güzellik dünyanın lanetidir.”
Çocukluğumuzun masallarından Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalında bile, kötü kalpli kraliçe dünyadaki en güzel kadın olmak için kendinden daha güzel olan bir kızın kalbini isteyecek kadar gaddarlaşabilir. Bu masaldaki arzu nesnesi olan güzellikle, Nip/Tuck’a konu olan “erişilmeye çalışılan güzellik” biraz farklı olsa da, varılan sonuç aynıdır. Tıpkı para gibi, güç gibi, ölümsüzlük gibi, insanoğlunun yüzyıllardır peşinde koştuğu, ama biraz yaklaştığını sandığında aslında bir o kadar uzaklaştığı bir kavram. Pamuk Prenses masalındaki güzelliğe erişmek uğruna yolundaki engelleri kaldırmak için cinayet işlemekten çekinmeyen kraliçe de, güzellik uğruna, neşter altına yatmayı göze alan modern insan da aslında aynı şeyin peşinde: Bir kalp. Hani Kabil’in kıskançlıktan kardeşinin canına kıydığında kaybettiği şey.
Bunca kötülüğe ve acıya neden olduğu halde, hatta yalnızca çevresindekilere değil, kişinin kendisine de işkence eden bir kavram olduğu halde, “güzellik” hep iyi kavramlarla özdeşleştirilmiştir. Oysa bir insanı cinayete ya da intihara sürükleyebilecek bir kavram, nasıl olur da bu denli kutsal, tanrı vergisi ve olmazsa olmaz sayılabilir insan hayatında? Nip/Tuck’ın tartıştığı sorular da işte bunlardır. Güzellik nedir? Hatta güzelliğin ne olduğundan ziyade, güzelliği bu denli yıkıcı yapan nedenleri işleyen dizi; insan mantığının, düşüncesinin daha önce dokunulmamış, gidilmeye cesaret edilememiş köşelerinde cesurca gezinir, bin yıllık yaraları gün ışığına çıkarır.
Güzellik kavramını -daha doğrusu özden gelen güzellik ile sonradan kazanılmaya çalışılan güzellik arasındaki farkı- iki estetik cerrahın gözünden anlatan dizi, yüzeyde iyi ile kötünün savaşı gibi görünürken, derinlerine inildiğinde aslında iyi ve kötünün birbirinden çok da farklı şeyler olmadığını gösterir bize. Aslında değişen ne insan ne edimdir, değişen tek şey koşullardır. İnsanın güzellik uğruna yapabileceklerine tanık olurken, bir yandan da sahip olduğumuz tüm değer yargılarını gözden geçirmeye zorlar bizi.
Güzellik kendi başına kutsal ve tanrısalken, plastik cerrahinin ismiyle müsemma olan “yapma güzellik” uğruna girilen çetrefilli, dikenli yolda çirkinleşen insan ruhunu gözler önüne seren Nip/Tuck, iyiyle kötünün, yani güzelle çirkinin aslında birbiriyle ne kadar iç içe olduğunu, birinin var olması için diğerinin ne denli gerekli olduğunu insan doğasından yola çıkarak anlatıyor. Göldeki yansımasına âşık olan Narkissos ile aynadaki görüntüsünden tiksinen günümüz insanı arasında bir kıyaslama yaparken, kimin doğru yolda olduğunun, kimin yanlış yollara saptığının ayırdına varmak kolaylaşacağına, git gide daha da zor bir hal alıyor.
Antik çağın kusursuz heykelleri ile modern zamanların kirlenmiş ruhları aynı karede birleşiyor. Narkisoss ile modern insan, bir yirmi birinci yüzyıl trajeydasında buluşuyor. Bin yıllardır içinde taşıdığı ruh ile karşılaşıyor insan beyaz ekran karşısında. Güzel ile çirkin arasındaki savaştan öte, güzel ile çirkinin tanışma merasimi olan Nip/Tuck, cevap verdiği sorulardan çok soru işaretleri bırakıyor insan zihninde:
Ben hangisiyim?
0 yorum:
Yorum Gönder