26 Temmuz 2011 Salı

Yaradanı sevmem yaradılandan ötürü...

24 Temmuz 2011 Pazar

OLRIC: SOYTARI KRAL



"Tutunamayanlar, kendi kafalarının içinde bir evren yaratanların ve bütün gerçekleri yalanlayanların romanıdır. Reddedişin, yabancılaşmanın, entelektüel kesimin, küçük burjuva zihniyetinin hicvidir. Ülkedeki koşulların sağlıksızlaştığı bir dönemde, Atay, kamuoyunun beklentilerine cevap verememişti. Kaçış psikolojisi onu ülke dışına yollamamış, kendi 'ben'inde bir yolculuğa bilet vermiştir. Yolculuğun sonu nasıl biterse bitsin, yola bir defa çıkılmıştır. Her an tehlike, her an belirsizlik. Hiç bitmeyen yarım yamalak yaşantılar... Virgüllerle dolu bir hayat... " (Aydın, Evrensel, 25.06.01)

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı romanının hafiften hırpalanmış bir on üçüncü baskısı var şu an elimde. İlk kez 1970 yılında raflarda yerini alan bu roman, o zamandan günümüze kadar pek çok kez basılmış, okunmuş ve üzerine düşünülmüş. Pek çok gencin gündüz düşlerinin yerini insanı düşünmeye zorlayan karanlık kuyulara bıraktığı zamanlarda, onlara iyi ya da kötü bir yol arkadaşı olmuş. Tutunamayanlar ve okuyucusunun ilişkisi aslında Turgut’la Olric’in ilişkisi gibi bir yerde. Öyle zaman geliyor ki, kimin uşak, kimin efendi olduğu, hangi sözü kimin söylediği belli olmuyor. Elinden kitabı bırakıp düşünmek zorunda kalıyor okuyan: Oğuz Atay söylediği için mi bu kadar tanıdık bu sözler, yoksa ben zaten bunu düşünmüştüm de, benim yerceğizime Oğuzcuğum Atay mı söyledi?

Basıldığı ilk yıllarda okuyucunun ilgisini çekmeyen roman, Oğuz Atay’ın hayata gözlerini yumduğu 1977 senesinde bile yazar için bir hayal kırıklığı olarak kalmıştı. Turgut’un ağzından dökülen “Giderken denizi bu renk bırakmak istemiyorum, Olric.” (Atay, 1997: s. 577) sözleri gibi, Atay da bu dünyaya veda ederken Tutunamayanlar romanını uğursuz bir gölge gibi ardında bırakmak istememişti belki. Bunu asla bilemeyeceğiz. Fakat, bir on yıl içerisinde pek çok acıdan yolu geçen Türkiye ve Türk insanı, kurtuluşu değilse de isyanı bu romanın tozlu sayfaları arasında yeniden keşfetti. Yaşadıkları hayatlara tutunamayanların kutsal kitabı haline gelen roman, Türk yazın tarihinin pek de kalabalık olmayan kara kaplı defterine Oğuz Atay ismini altın harflerle kazımıştır.

Tutunamayanlar’ın pek çok kez çevrilmiş sayfaları arasında, belki de herkesin içlerinde biraz kendini bulacağı birçok karakter nefes almaktadır. Hatta Selim Işık gibi, bazısı hiç nefes bile almadan yaşamıştır bu sayfalarda. Edebiyat dünyasın fenomen ikililerinden Don Kişot ve Sancho Panza’nın tahtına aday olan Turgut Özben ve Olric ikilisi ise, Tutunamayanlar romanının sonuna kadar, aslında zaten ikisinin birleşiminden oluşan bir karakteri inceliyor, araştırıyor, lime lime edip, en nihayetinde yarı bele kadar çamura saplı bir şekilde, parçaları bir araya getiremeden kala kalıyorlar ortada. Selim Işık’ın ardı sıra ilerleyen Turgut ve Olric, başka bir aynanın yansımasında cisme kavuşuyor, birbirleriyle çatıştıkları kadar, birbirlerini tamamlıyorlar da. Aslında var olmadığını, romanın en başından beri bildiğimiz Olric, buna rağmen o kadar ustaca hayat üflenmiş bir karakter ki, bir süre sonra tıpkı Turgut gibi, biz de inanıyoruz artık onun kendi başına bir varlık, kendi kendine düşünebilen bir uşak olduğuna. Hatta bir yerden sonra, Turgut Özben ve Olric külahları öyle bir değişiyor ki, artık kimin uşak, kimin efendi olduğuna karar vermek o kadar kolay olmuyor.

Peki ya nereden çıktı bu Olric? Kimdir, kimlerdendir? Sahi ne yer, ne içer? Kimilerine göre Charles Dickens’ın Büyük Umutlar romanındaki Pip’in kötü yanını temsil eden “Orlick”, diğerlerine göre Shakespeare’in Hamlet’ini çocukluğunda çok kereler sırtında taşımış olan emektar saray soytarısı “Yorick” karakterinden, belki de bu ikisinin birleşiminden esinlenerek yaratılmış ve ismini onlardan almıştır Olric. Düşünmeden, bilmeden, yaşamadan yaşadığı küçük burjuva rüyasından eski dostu Selim Işık’ın ölümüyle uyanan Turgut Özben, Selim’i anlamak için çıktığı yolculuktan kendini de kaybederek geri dönen Turgut’un yolda bulduğu yol arkadaşıdır Olric. Onun ne iyi yanı, ne kötü yanı, ne var olmuş ne de var olmayan yanıdır. Olric, Turgut’a bağlı, ama ondan bağımsız, düşüncelerden yeşeren bir ayrıksı ot, eski sorulara cevap verirken yeni sorular soran bir uşak, Turgut ile ilgili her soruya cevap verebilecek bir “Tanrısal bakış”tır. Oğuz Atay’ın Turgut’un zihninde ne var ne yoksa görebilmek için yarattığı bu karakter, hem Turgut’u Turgut’a anlatmakta, hem de Selim’i anlamakta ona ışık tutmaktadır. Olric, bir iç sestir, bir yoldaş ve bir kardeş.

“O zamanlar daha Olric yoktu, daha o zamanlar Turgut’un kafası bu kadar karışık değildi.” (Age: s. 25) der Oğuz Atay. Yani kitabın ilk sayfasından beri, Olric’in ileriki sayfalarda ortaya çıkacağından haberdarızdır. Oysa Olric’in sahneye çıkışı birden ve apansız olmuştur. Romanın orta yerinde birden beliren ismiyle “Hay bin kunduz, nereden çıktı şimdi bu Olric?” yakarışlarımız, aslında romanın daha en başında Oğuz Atay tarafından cevaplandırılmıştır zaten. Ama birden, yoktan var olan Olric, gelişiyle Turgut’u bile şaşırtmıştır. Bir intiharın anatomisi kadar, “deliliğin tarihçesi”ni de inceden inceye işleyen romanda Olric’in ilk belirdiği an “Hayaletlerle boğuşuyorum,” diye söylenmişti Turgut, “Gün ışığına çıkarıp toz edeceğim onları.”. Oysa ilerleyen sayfalarla birlikte, önce bir uşak, bir arkadaş, sonraları bir efendi ya da “bekçinin bekçisi” olarak görürüz Olric’i. Kendine Hamlet rolü biçen Turgut’un soytarısı, kendini Don Kişot sanan Turgut’un silah arkadaşı Olric; baba-oğul-kutsal ruh üçlemesinin son halkasıdır.

Tanrı kompleksi denen ruhsal bozukluk, sahip olduğu tek ruhsal bozukluk olmamakla birlikte, Turgut’ta kendini göstermektedir. Yaptığı işi dünyadaki en önemli iş ve yegane görevi olarak gören Tanrımız Turgutçuğum Özben’e bu üçlemeden düşen rolün baba mı, yoksa oğul mu olduğuna karar vermek biraz güçtür aslında. Nitekim, Turgut’u küçük burjuva uykusundan uyandıran ve onu yarı Hamlet, yarı Don Kişot ve nihayetinde tam deli Turgut yapan Selim’in kendisi (ölümüdür). Fakat, Selim’in ölü olduğunu ve ölenin de oğul olduğunu düşünürsek, Selim bizim günahlarımız için ölmüştür ve zaten karman çorman saçlarının üzerinde taşıdığı dikenli taçla birlikte kendini İsa’ya benzeten de odur. Ölü bir oğul ve evlat acısı çeken bir Efendi ile birlikte, kutsal ruh Olric de girer hayatımıza. O bir yol gösterici ve bir yol arkadaşıdır. Üçlü tamamlanmış, Tutunamayanların incili böylece yazılmıştır.

Olric’in doğuşuyla birlikte delirişine tanık olmuşuzdur Turgut’un. “İnsan birden delirmez ya?” diye sorabiliriz kendimize. Sahi ya insan birden delirmez mi? Turgut’un delirdiği ana kadar aklıselim sahibi bir insan olduğunu düşünecek olursak, aslında delirdiği son ana kadar deli değildir oysa. Nasıl ki insan suçu kanıtlanana kadar masumsa, deliler de delirene kadar bir dâhidir belki. Delilikle dâhilik arasında ince çizginin çok yakınlarında seyreden Turgut, Olric’in doğuşuyla birlikte bu çizginin delilik tarafına kaymış, Selim’i bulmak için çıktığı yolculuktan Selim olarak ayrılana dek bir daha geri dönmemiştir.

Tutunamayanlar romanının tek tutunanıdır Olric. Öyle ki, Oğuz Atay’ın bir röportajında dediği gibi, aklını kaybettiği gibi kendini de kaybetmemek için Turgut bile ona tutunmuştur. Atay’a göre Selim Işık tutunmamıştır, çünkü tutunmak istememiştir. Yanlışlıkla tutunamamış ya da o tutunmaya çalışırken hayat parmaklarının arasından yağlı bir urgan gibi kayıp gitmemiştir. Kendi öz iradesiyle, öz benliğiyle tutunmaktan istifa etmiştir. Diğer yandan Turgut ise, tutunmak istemiş; insanlara eşyaya, perdelere, koltuklara, salon salamanjeye tutunmaya çalışmış, ama tutunamamıştır. Öte yandan Olric, Turgut’un birazcık olsun bir şeylere tutunabilen tek yanı olmuştur. Nietzsche’nin “Kendi omzuna tırman. Başka nasıl yükselebilirsin ki?” dediği gibi, Turgut’un tutunacağı bir omuz olmuş, Olric de Turgut’un omuzlarına tutunarak yükselmiştir. Tutunamama bataklığından kurtulabilmek için, Turgut ve Olric sırt sırta vermiştir.

Turgut Özben’in mektubunda, kendilerinden haber alınamayan Turgut ve Olric’in en son bir tren garında görüldükleri söylenir. Sınır dışı edilmemek için bir trenden diğerine atlamışlar ve böylece izlerini kaybettirmişlerdir. Selim’in yolculuğu çoktan bitmiş; ama Turgut ve Olric hâlâ bir trenden diğerine gezmektedirler. Bir şehirler arası tren yolculuğunda, bir istasyonda ya da yarısı yanmış bir garda, sırtında kitap dolu bir çuvalla gezen ve kendi kendine konuşan o adam vardır ya hani... O aslında kendi kendine değil, Olric’le konuşmaktadır. Eğer tutunamazsanız siz de, eğer bir trenden diğerine düşerse yolunuz, belki bir gün bir kara trende sizin de Turgutçuğum Özben’le kesişir yollarınız.


Kaynakça:

Atay, Oğuz. Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, 1997
Aydın, İnci. Evrensel, 25.06.01

(Geçen seneki bir ders için hazırladığım bu incelemeyi paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz, zira hoca pek beğenmemişti.)

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Tüm gün uyu.
Tüm gece otur.
Ders çalışma.
Ödev yapma.

Yaz okulunda paranla rezil ol.

True story.

Sevgili internet, ödevlerime başlayabilir miyim artık?
    

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Çizim

Uzun zamandan sonra, tekrar merhaba. Bir süre önce bıraktığım çizim olayına tekrardan başlamak istedim. Bu da derste doğaçlama karaladığım bir şey. Özlemişim gerçekten. Ellere çalışmam lazım. Şu istediğim tersten tutuş pozisyonunu bir türlü veremedim.


19 Temmuz 2011 Salı

Yıldız Tozu, Fildişi, Altın

rüya gibi bir şey bu
rüya içinde rüya
eğer ölsem şimdi
tam şu anda
hiç acımaz canım
pişmanlık duymam
yitip giden bir hayatın acısını götürmem yanımda

Elimizde bunlar var:

random (7) çeviri (7) niteliksiz bilgi (6) sevgili günlük (6) dimi (5) final haftası (5) translation of poetry (5) şiir (5) şimdi reklamlar (5) ateizm (3) hayatım sikildi (3) kısa öykü (3) nazım hikmet poems in english (3) poetry (3) sex (3) yemek tarifleri (3) öyküler (3) Muse (2) TV (2) aşk (2) blog (2) denemeler (2) din (2) ewan mcgregor (2) istanbul (2) izmir (2) kadın erkek ilişkileri (2) linguistics (2) poème (2) çizim (2) 3D (1) 40. izleyici (1) BÜMAK (1) NY (1) abazanlık (1) aids (1) aile (1) ajda pekkan (1) alıntı (1) amerika vs. türkiye (1) ananas (1) anket (1) avatar (1) ayrılık (1) aşk-ı memnu (1) bilinmeyen gerçekler (1) bir günah gibi (1) bira (1) burger king (1) ceci n'est une pipe (1) curt wild (1) duman (1) facebook (1) filistin (1) film (1) fransızca (1) français (1) freud (1) gaykedi (1) gel gör beni (1) gramer (1) hamster yemi (1) hastalık hastası (1) hayat (1) ikea (1) inekler (1) internet (1) israil (1) itü sözlük (1) kalbim ege'de kaldı (1) kelimeler (1) kendime not (1) kilyos (1) krema (1) kızarmış ekmek (1) lover you should've come over (1) martin luther king (1) mcdonalds (1) mid-term (1) müzik (1) oasis (1) olmayan adam (1) olric (1) oscar wilde (1) pasta (1) pastafaryan ne demek (1) patlıcanlı kabaklı makarna (1) pedofili (1) pedophile beards (1) psychology 101 (1) rapist glasses (1) sportsfest (1) star wars (1) steakhouse (1) sıçtın mavisi (1) texas (1) the ballad of reading gaol (1) the x files (1) to-do list (1) tutunamayanlar (1) usa (1) var olmak (1) velvet goldmine (1) video (1) webstats (1) yorum denetimi (1) yunanistan (1) yunus emre (1) çürük raporu (1) ödev (1) özgürlük (1) öğrenci evi (1)
 

Blog Template by YummyLolly.com - RSS icons by ComingUpForAir