BEKLE BİZİ İSTANBUL!
Hayatımdaki -bir şey hariç- her şey gibi blog yazmak da yalnızca geçici bir hevesmiş benim için. Düşünsenize, en son yazımı 9 Eylülde göndermişim ve o zamandan beri tek tuşa dokunmamışım bile. Ne büyük utanç! Bunu azıcık da olsa telafi etmek adına bir şeyler yazayım, arayı sıcak tutayım istedim.
Yarın akşam 23.30'da otobüse biniyorum lise+üniversite+yurt arkadaşım Mehtap'la ve umuyorum ki cumartesi sabah 9 civarı İstanbul topraklarına ayak basmış olacağım. Daha İstanbul'dayken "İzmir mi, İstanbul mu?" diye soranlara "Tabii ki İzmir!" derdim. Ama şimdi daha iyi anlıyorum ki, İstanbul'un havası suyu bambaşka. Doğduğum ve yıllarımı geçirdiğim, ilk adımlarımı attığım, ilk kez aşkı yaşadığım bu şehir artık bir yabancı gibi bana. Sanki yıllar önce çok yakın olduğum ama aradan geçen zaman içinde neredeyse adını bile unuttuğum eski bir dost gibi... Ona karşı tepkisiz kalamıyorum, ama onu artık tanıyamıyor, sevemiyorum da.
Bugün buradan resmen açıklıyorum işte: Bundan kelli ben İstanbulluyum. İstanbul'u seviyorum, oradan başka bir yerde hayatımı geçirmeyi ne düşünebiliyorum, ne de istiyorum. Bu İzmir dahi olsa, oradan uzakta geçirdiğim her an kısacık hayatımdan çalınmış zamanlar gibi geliyor ve daha gidişimin ilk günü, deliler gibi geri dönmek istiyorum. Ne yaptın ne ettin beni böyle kendine bağladın İstanbul, bilmiyorum. Yine de bil ki, sana aidim artık. Ben bu sözcükleri yazarken Rapsodi İstanbul çalıyor Teoman'dan. "Yola koyul küçük küçük," diyor, "Git buralardan..." Ben de eşyalarımı toplayıp yola koyuluyorum şimdi, ama senden uzaklara değil, sana geliyorum.
Bu da başka, küçük bir hikaye benden:
Küçükken babamı çok nadiren görebilirdim. Ben İzmir'deyken, o İstanbul'da yaşıyordu. Arada beni alır, arabayla İstanbul'a götürür, sonra İzmir'e ya da anneannemlerin yaşadığı Yalova'ya bırakırdı. Daha bacak kadar boyumla Edip Akbayram'ı çok sevdiğimden hep o çalardı teypte. En çok da "Bekle Bizi İstanbul" şarkısını severdim. Ardımda bıraktığım babamı, ıskaladığım başka bir hayatı hatırlatırdı bana ve söz verirdim kendi kendime bir gün İstanbul'a döneceğime dair. Döndüm de. Ama artık ne ben o eski bendim, ne de ıskaladığım hayat durup bekliyordu ona geri dönmemi. Bir umut, belki İstanbul bekliyordur bizi hâlâ. Ama söyleyin ona: Artık dönmeyeceğim.
Hayatımdaki -bir şey hariç- her şey gibi blog yazmak da yalnızca geçici bir hevesmiş benim için. Düşünsenize, en son yazımı 9 Eylülde göndermişim ve o zamandan beri tek tuşa dokunmamışım bile. Ne büyük utanç! Bunu azıcık da olsa telafi etmek adına bir şeyler yazayım, arayı sıcak tutayım istedim.
Yarın akşam 23.30'da otobüse biniyorum lise+üniversite+yurt arkadaşım Mehtap'la ve umuyorum ki cumartesi sabah 9 civarı İstanbul topraklarına ayak basmış olacağım. Daha İstanbul'dayken "İzmir mi, İstanbul mu?" diye soranlara "Tabii ki İzmir!" derdim. Ama şimdi daha iyi anlıyorum ki, İstanbul'un havası suyu bambaşka. Doğduğum ve yıllarımı geçirdiğim, ilk adımlarımı attığım, ilk kez aşkı yaşadığım bu şehir artık bir yabancı gibi bana. Sanki yıllar önce çok yakın olduğum ama aradan geçen zaman içinde neredeyse adını bile unuttuğum eski bir dost gibi... Ona karşı tepkisiz kalamıyorum, ama onu artık tanıyamıyor, sevemiyorum da.
Bugün buradan resmen açıklıyorum işte: Bundan kelli ben İstanbulluyum. İstanbul'u seviyorum, oradan başka bir yerde hayatımı geçirmeyi ne düşünebiliyorum, ne de istiyorum. Bu İzmir dahi olsa, oradan uzakta geçirdiğim her an kısacık hayatımdan çalınmış zamanlar gibi geliyor ve daha gidişimin ilk günü, deliler gibi geri dönmek istiyorum. Ne yaptın ne ettin beni böyle kendine bağladın İstanbul, bilmiyorum. Yine de bil ki, sana aidim artık. Ben bu sözcükleri yazarken Rapsodi İstanbul çalıyor Teoman'dan. "Yola koyul küçük küçük," diyor, "Git buralardan..." Ben de eşyalarımı toplayıp yola koyuluyorum şimdi, ama senden uzaklara değil, sana geliyorum.
Bu da başka, küçük bir hikaye benden:
Küçükken babamı çok nadiren görebilirdim. Ben İzmir'deyken, o İstanbul'da yaşıyordu. Arada beni alır, arabayla İstanbul'a götürür, sonra İzmir'e ya da anneannemlerin yaşadığı Yalova'ya bırakırdı. Daha bacak kadar boyumla Edip Akbayram'ı çok sevdiğimden hep o çalardı teypte. En çok da "Bekle Bizi İstanbul" şarkısını severdim. Ardımda bıraktığım babamı, ıskaladığım başka bir hayatı hatırlatırdı bana ve söz verirdim kendi kendime bir gün İstanbul'a döneceğime dair. Döndüm de. Ama artık ne ben o eski bendim, ne de ıskaladığım hayat durup bekliyordu ona geri dönmemi. Bir umut, belki İstanbul bekliyordur bizi hâlâ. Ama söyleyin ona: Artık dönmeyeceğim.
1 yorum:
İstanbul doğumluyum ve 5 yaşıma kadar orada yaşadım. Sonrasında da hemen her ay gelirdim, anneannemlerin yanına, tee 12 yaşlarıma kadar. Güzel gelirdi çocukken, her şey vardı.. Oyuncaklar falan =) sonra taşındık, taşındık ve haliyle ben büyüdüm ve İzmir'e geldik.. Çok sevdim, çok beğendim, çok eğlendim.. Götüm düştü adeta İzmir'e =) Arada gittim yine İstanbul'a; ama çok gezmedim.. Sonra Ankara'ya taşındık ve maalesef de burada okuyorum. Nefret ediyorum buradan.. İzmir'i öyle çok özlüyorumki.. Burdayken de gittim İstanbul'a, sevmezdim büyüdükçe; ama Ankara'dan gidip de nasıl sevmeyeyim, hayran kalmayayım.. Yine de çok pahalı bir şehir, fark etmeden cebimden 10 tl gittiği oldu bir kaç saatte..
Kısacası; severim İstanbul'u da, benim gönlüm İzmir'in =D Nasıl diyeyim, daha içten geliyor bana İzmir.. (var mı böyle yorum!)
Yorum Gönder