21 Ocak 2010 Perşembe

Biz kaç kişiyiz?

Bugün itibariyle 40 kişi olmuşuz arkadaşlar, cümlemize geçmiş olsun. Beni severek izleyen, yorum yapan, bu piksellerin arasında yalnız bırakmayan herkese teşekkürler.

Ulan millet 1000. kişide bu konuşmayı yapıyor, 10.000'inci ziyaretçiye ödül veriyor, sen ne ayaksın? dediğinizi duyar gibiyim. Benim blogum özünde bi s.kime yaramadığı için, böyle büyükler hedefler koymadım kendime. Bin kişiymiş? Peeeh! Vampircik olmasa, okuldan arkadaşlar olmasa 10 kişiyi anca toplardım ben.

İşte bu yüzden sevincimi mazur görün, beni kutlayın, fln. Özürlü gencin yaşama sevinci lafı çok modaydı bi ara, belki hatırlarsınız. Ben oyum işte.


"O zaman ne diye kırık kalp koydun oraya?" diyenler için dip not-->  Buradan son dakka haberi gibi geçmek istemezdim ama, Selim'le ayrıldık biz. Öyle işte. Bugünlük bu kadar. Konuşasım yok pek. Sustum.

19 Ocak 2010 Salı

Yorumunuz kaydedildi, blog sahibinin onayından sonra gösterilecek.

Canım sıkılıyor bazen, blogdan bloga geziyorum. Follow ediyorum, comment ediyorum. Ama tüm bu süreç içerisinde canımı sıkan bir konu var. Başlıkta yazdığım olay.     

Biliyorum, bazı blog yazarları, özellikle tabuların gözüne parmak sokanlar, böyle çok affedersiniz sokmalı çıkarmalı yorumlar alıyorlar mütemadiyen. Haklı olarak annelerine gönderilen iyi dilekleri sabahtan akşama kadar, gelip yorumları gözden geçirene kadar cayır cayır yayınlanamak istemiyorlar. Bu grubu anlıyorum.       

Bir diğer grup da, gelen her yorumu görmek ve cevap olarak karşı-yorum yazmak istiyor ve yazıları her gün tekrar tekrar kontrol etmemek adına yorum denetimini etkinleştiriyor. Böylece gelen giden her şeyden haberleri oluyor. Bu grubu da anlayabilirim.    
Peki ya diğerleri? Bu iki gruba da girmeyenler? Bana saksı muamelesi yapamazsınız! En çok bana soracaksınız! diyenler? Ve bunun üzerine yorum denetlemesi koyup benim sinirimi zıplatanlar? Arkadaşların bloglarına yorum yapıyorum-denetim yok. Kendi bloguma bakıyorum-denetim yok. Surf yaparken bir bloga denk geliyorum, bir şeyler yazayım diyorum-hooop denetim! Göt lalesi gibi hissediyorum valla kendimi. Sanki biri ordan çıkıp "Kodumun pastası, sen kimsin ki duvar dibine işiyosun?" diyormuş gibi...   
Öyle ya da böyle, şu yorum denetimi olayı biraz kalkmış göt izlenimi uyandırıyor bende. İşim gücüm yokmuş gibi(çaktırmayın, yok) her gün son haftanın postlarını kontrol ediyorum ben, yorumlar için. Bir hafta öncesine de denetim koydum, ama şimdiye kadar 2 tane falan çıktı bir haftadan eski yazılara yorum yapan. Darn benim blogumu kimse okumadığından, çok hit alanlara çemkiriyorum şu an. Hehehe. Salla ya. Denetim menetim, seviyorum sizi bloggerlar. Öptm by.

17 Ocak 2010 Pazar

AVATAR

      11'e 10 kala buluştuk, 11'de Avatar'ı izlemeye başladık bugün. Selam yok, sabah yok; deli şeyetmiş gibi koştuk 3D salonuna.  

   Filmi çok beğendim. Konusu olmasa, hiçbir şeyden bahsetmese, sesi fln dahi olmasa bile sırf görselleği için izlenebilecek bir filmdi. Yalnızca üç boyutlu oluşundan ve kullanılan özel efektlerden bahsetmiyorum. Renkler, çiçekler, ağaçlar, Nav'i ırkının mükemmel vücutları, envai çeşit uçan kaçan yaratık...
   Bu arada konu olmasa da izlenir derken, konusu yoktu demek istemedim. Konusu, sesi olmasa bile ağzımı ayırır, izlerdim. O denli müthişti yani. Konusuna gelince, sıradandı denebilir. İyi-kötü savaşıyor, iyiler kazanıyor, bu arada da esas kızla esas oğlan aşk yaşıyor. Ama o kadar göz alıcı bir film ki; neyden bahsettiğini düşünmüyor bile insan. Beyaz perdeye teslim; dalıp gidiveriyor...   
  Henüz filmi izlememiş olan varsa, mutlaka gidip izlesin. Sonra pişman olursunuz, kafanızı taşlara vurursunuz. Öyle torrentten indirilip laptopta izlenecek bir film değil çünkü. Güzel, konforlu bir 3D sinemada patlamış mısır+kola+sevgili eşliğinde izlemek lazım. Bak, mutlaka diyorum.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Kalbim Ege'de Kaldı...




İzmir'deyim

Mehtap'la bir saatlik bir yolculuğun ardından İzmir'e ayak bastık. Gidip gideceğim ilk yer ise IKEA oldu nedense. :) Orada bi güzel yemek yedik annemlerle, ama annem çok yorgun olduğu için mağazayı gezmedik. Keşke gezseydik. Bi sürü güzel güzel kapaklı kaplar alırdım gene. Her tarafım kap oldu zaten evde. Dolap benim değil, masam bile benim değil; ama 20+ kapaklı kap var evde. İşin garibi, hepsi de dolu. Hatta bana kafayı yedirecek kadar dolu. Bir domates kessem koyacak kap yok. Genetik sanırım bu. Aynısı annemde de var!

Bu arada; anne, yorgunluk, fln demişken onu da söyleyeyim: Annem hamile. Tam 3 aylık. Bunca yılın ardından kardeşim olacak yani. Elimi çabuk tutarsam benim çocuğumla beraber büyürler hem. Ne güzel. :P

FREE AT LAST, FREE AT LAST! THANK GOD ALMIGHTY, WE ARE FREE AT LAST!


Let freedom ring!

"Final haftası" konulu yazı dizimin an itibariyle sonuna gelsin. Yılın en kolay sınavı sayabileceğim Turkish For Translators finalinin ardından, nihayet özgürlüğe kavuştuk.
Ama yarın akşam üstü İzmir'e geri döneceğim için, acı çektim resmen. Mutlu olmaya fırsat kalmadı.

Hemen eve geldik kankamla. Ben odamı silip, süpürürken o da bulaşıkları yıkadı. Sonra mutfağı eni konu temizledik, ev arkadaşıma sözüm vardı. Son olarak da kendime çeki düzen verip düştük yollara. Islattık finallerin bitişini.

Yarın akşam saat 5'te uçağa biniyorum, 6'da İzmir'deyim. Özlemişim memleketimi. Geçen sene hiç özlemezdim böyle. Anlamadım artık ne oldu... Sonunda İzmir'i görecek olmaktan dolayı mutluyum. Helen kokusu alacağım, sanırım biraz da ondan...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Karga bokunu yediyse, gidelim Gaffır!


Finaller are tres wunderbar.

Finaller finaller diye götümüzü dişimize takıp çalıştığımız, en kötü ihtimalle çalışmaya çalıştığımız bir haftanın ardından o büyük an, o yüce sınav geldi kapıya dayandı. Saat 10.30 sularında, benim için artık çok geç olacak. Ben ve Psychology 101 uzun, anlamsız bir yolculuğa çıkacağız. Bana şans dileyin.

Bu arada size, uzun süren uğraşlar sonucu Psikoloji dersindenden elde ettiğim çıkarımları sunacağım:

1) Freud'a göre hepimiz anne babamızla -çok affedersiniz- şey etmek istiyoruz. Anladınız siz onu.

2) Yine Freud'a göre 5-6 yaşındaki erkek çocukları çüklerinin düşeceğinden korkuyor.

3) Şirofreni ile kişilik bölünmesi aynı şey değildir.

4) Çocukluğunuzda yeterince meme emmezseniz ileride sigara ya da oral seks bağımlısı olabilirsiniz.

5) Cerrahların bazıları sırf içlerindeki kesme/biçme güdüsünü dizginlemek için vatana millete hayırlı bi birey oluyorlar, aslında içlerinde bir Jack the Ripper gizli.

6) Gene Freud sıçızlamış: 5-6 yaşındaki çocuklarda "garı isterem" kompleksi boy gösterebilir, çünkü cinsel güdüleri yetişkinlerinkiyle aynı.

7) Eğer her orgazm oluşunuzda, vücudunuzun başka bir yerini ellerseniz -misal kol- bir süre sonra sadece kolunuzu elleyerek orgazm olabilirsiniz. (Tavsiye etmiyoruz.)

8) Freud: Fallik dönemde kız çocukları olmayan penislerinin eksikliğini kapatmak için babalarından çocuk yapmak istiyor. (Oha amk, naptın sen Freud?)

9) İntihardan bahseden insan intihar fln etmez. Yanlış! İntihar eden neredeyse herkes, bir kez de olsa ölmek istediğinden bahsetmiştir!

10) pastafaryan.exe bir sorunla karşılaştı ve kapatılması gerekiyor.

10 Ocak 2010 Pazar

Oo Ye Psikoloji yüz bir!

Memori adlı psikoloji konusuna başlamadan önce, 2 gündür ihmal ettiğim blogumun tozunu alayım dedim. Blog dediğin ihmale gelmez, bi gün 50 hit alırken ertesi gün bi bakmışsın, in cin çift kale maç yapıyor. Nankörsünüz olm.

Introduction to Translation sınavım var yarın, ama ona dün çalıştım sayılır. Ben de şimdi Çarşamba günkü Psikoloji finaline çalışmaya başlayacağım. Kol gibi konu var, 3 gün önceden başlamam lazımdı ama... Nerde bende o kafa?

Bu bktan final haftasında "Psychology 101" temasıyla uyumlu iki favori videomu paylaşmak istiyorum. Biraz eğlenirsiniz fln, yüzünüze renk gelir.

Önce bunu izleyin:


Sonra da bunu:

8 Ocak 2010 Cuma

Hassktir final haftası o.O


Iruneach de demiş bu temaya yakışıyor mu hiç öle "montla sıçanlar" fln. Şimdi de yazıya "hastir" diye başladım, iyice sıçtım sıvadım üstüne oturdum bi de. Hehehe. Ama ben de haklıyım sonuçta. Malumunuz final haftası(haftaları) kapıda. Hatta benim finaller bu hafta başladı da, Türkiye geneline uyum sağlayayım diye ağırdan alıyorum.

Kimimiz DD getirip sevincek, kimimiz CB getirip üzülecek, biz de onların ağzına sıçıcaz fln. Ama bi şekilde bu hafta bize girecek, bu konuda hemfikiriz.

İşbu sebepten ötürü, şu an üniversitede okuyan, okumaya çalışan ve hatta okuduğunu zanneden her gencin final haftasını can-ı gönülden kutlar, sonsuz başarılarının devamını dilerim. Bi de madem final haftasındasın, ne işin var burda kardeşim? (Diceğimi dedim, benden çıktı artık.)

formspring.me

Ask me anything http://formspring.me/Pastafaryan

To-Do List


Work&Travel'a gitmek istiyorum blog. Annemi de ikna ettim gibi. Biraz para da biriktirsem ne güzel olucak di mi?

 

Bir de Yunanca öğrenicem Franszıcaya ek olarak. Şimdiden alfabesiyle uğraşmaya başladım zaten. Bi de ders programında uygun yer bulup 2. dönem alırsam! 

 

Kilo vermek istiyorum, ama bu konuda bi bok yapmıyorum. Akşam yemeğinde kısır yedim mesela. Oldu mu şimdi blog? Bence olmadı...

 

Ders çalışıcam, ders çalışıcam! Hadi ilk dönem balıma güzel notlar aldım, ama bu böyle gitmez, gidemez. Acilen bu duruma bi el atmak lazım, yoksa bye bye interpreting.

 

Pronounciation'ımı düzeltmem lazım, mümkünse British yönünde. Ben ne zaman British desem insanların yüzünde bir "öğğh" tepkisi görüyorum, ama o kadar kötü diil British. Tanısan sen de seversin. Valla bak.

 

İnternette 12345678910 milyon saat geçirmicem blog. Bunu sana söyleyince garip oluyo tabi, farkındayım ama... Azaltmam lazım ya. Şurda harcadığım zamanın yarısında kitap okusam alim olmuştum.

 

Kendime güvenmek konusunda bi şeyler yapmam lazım. Kendimi ifadee tmeyi öğrenmem lazım. Kendimle barışmam lazım. Kendimi sevmem lazım. Belki alışmam lazım lazım lazım... Belki katlanmam lazııım!

 

Buraya daha ilgi çekici şeyler yazmam lazım. A.lı g.tlü blog açmam lazım. Çok sıkıcı bi insan oldum. Hem şimdi moda. Hehehehe.

 

Bi de bu kadar tembel olmamam, yeni yıldan beklentilerimi bile 10 gün sonra yazmamam, bi işi zamanında halletmeyi öğrenmem lazım. ;)

6 Ocak 2010 Çarşamba

Çevirinin Kısa Tarihi


Traduttore traditore?

Otomatik Portakal filmini izlerken ya da Tevfik Fikret’in evindeki “Sis” tablosuna bakarken, bu sanat eserlerinin birer film ya da resim olmaktan öte, bir çeviri örneği olduğunu düşündünüz mü hiç?

Çeviri denince ilk akla gelen yabancı dilde bir metnin alınıp aynen Türkçeye aktarılması, hem de bunun mümkün olduğunca kaynak metne en sadık şekilde yapılması. Fakat bir senaryonun film hâline getirilmesinden, bir kitabın tiyatroya uyarlanmasına; bir şiirin resme dönüşmesinden, Yunan harflerinin Latin alfabesiyle yazılmasıyla oluşan Greeklish’e kadar hayatımızın pek çok alanında karşılaştığımız yazılı, sözlü, görsel sanat örnekleri aynı zamanda birer çeviri aslında.

Peki kültürel hayatın bu denli önemli bir parçasını oluşturan çeviri, modern hâlini almadan önce hangi aşamalardan geçti? Yani çevirinin kendi hayatının dönüm noktaları nelerdi?

Çeviri söz konusu olduğunda, bahsedilmemesi büyük bir gaflet olacak iki kilometre taşı vardır çeviri tarihinde: Rosetta Taşı ve Martin Luther’in İncil çevirisi. Artık sözlü çeviri de çevirinin ayrı bir kolu olarak görüldüğüne göre, II. Dünya Savaşı’nı da bu listeye eklemek yersiz olmayacaktır.

Söze öncelikle Rosetta Taşı’yla başlamak istiyorum. Buluntularına rastalanan ilk çeviri örneği olmasa da, tarih süreci içerisinde taşıdığı önemden dolayı çeviri sanatının başlangıcı olarak kabul edilmiştir Rosetta Taşı. Fransızlar tarafından bulunduğu köy olan Rosetta(ya da Reşit) ismiyle anılan bu taşın üzerindeki ferman Mısır yerlilerinin kullandığı dil, Hiyeroglif yazısı ve Antik Yunanca olmak üzere üç ayrı dilde yazılmıştır. Antik Yunanca metin yardımıyla Hiyeroglif yazısı çözümlenmiş ve graniten yapılma Rosetta Taşı’nın çevirisi, Mısır Bilimi’nin başlangıcı olmuştur. Helenistik bir hanedanlık olan Ptolemaios hükümdarlarından biri tafarından, İskender’in Mısır’ı fethinden sonra yaptırılan taş, iki kültürün, ayrı dilleri konuşan iki insanın bir araya gelmesinin kaçınılmaz sonucunu gösteriyor bize: Çeviri.

Çevirinin tarihte bıraktığı ikinci büyük ayak izi ise, kuşkusuz, Martin Luther’in İncil’i Almancaya çevirmesi ve ardından başlayan Reform hareketleridir. Dini halkın kaymak tabakasının tekelinde olmaktan kurtaran ve eski, çürümüş gelenekleri topyekün kaldırıp Hıristiyanlık adına yeni bir çağ başlatan Reform, çeviri sayesinde başlamış ve devam etmiştir. Rosetta Taşı örneğinde olduğu gibi, Martin Luther’in İncil’i de Almanca’ya çevrilen ilk İncil değildir; fakat günlük dile uyarlanmış olması ve Katolik Kilisesi’nin ya da başka herhangi bir kurumun şahsi çıkarlarına hizmet etmemesi onu diğer İncil çevirilerinden ayrı bir yere koymaktadır . Yine iki farklı dilin, iki benzersiz kültürün karşılaştığı an araya girip, bu iki ucu aynı noktada birleştiren aracı, Hıristiyanlığın bir diğer mesihi çeviri olmuştur.

Son olaraksa, II. Dünya Savaşı modern çevirinin şu anki konumuna gelmesinde önemli rol oynamıştır. Bu savaşın muhtemelen yegane olumlu sonucu olan “sözlü çeviri” ya da “simultane çeviri”, II. Dünya Savaşı’nın ardından yazılı çeviriden ayrılmış, yeni bir dal olarak varlığı tescillenmiştir. Günümüzde gittikçe yaygınlaşan Makine Çevirisi de II. Dünya Savaşı’nın bir başka getirisidir. Japon radyo yayınlarında açıklanan saldırı koordinatlarını anında İngilizceye çevirecek insanların gerekliliği,  simultane çeviri timleri oluşmasına sebep olurken, Rus savaş esirlerinin sorgulanması için gereken sözlü çevirmen ihtiyacı bu çabayı desteklemiştir. Yine Japonların kullandığı şifreleme sistemini çözmek ve metinleri deşifre etmek için gereken mekanik zeka ve güç ihtiyacı, günümüzde İnternet üzerinde sayısız örneği bulunan çeviri makinelerinin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Her ne kadar, güvenilir bir erek metin sunmaktan aciz de olsalar; Google Translate örneğinden de anlaşılabileceği gibi, makina çevirileri anafikir elde etmek için gayet yeterli veri tabanları oluşturabilmektedir.

Rosetta Taşı’nın keşfinden beri sayısız evrimden geçen ve dünyayı yerinden oynatan çeviri, günümüzde üniversiterde bir bilim dalı olarak okutulmaktadır. Eskiden iki dil bilen her insanın yapabileceği bir meslek addedilen çeviri, artık yalnızca bu işin ehli kişilerce icra edilmesi gereken yeni bir sanat dalı hâlini almıştır. Bir metnin başka dile aktarılmasından öte; kendi alanında kitaplar dolusu teori ve teknikleri bulunan çeviri sanatı, kültüriçi ve kültürler arası iletişim ve etkileşimin birinci aracı olarak yerini korurken, aynı zamanda her dil gibi değişmekte, gelişmekte, bir yandan can verirken, diğer yanda yeniden filizlenmektedir.

Şimdilerde Modern Türk çevirisinin en büyük ihtiyacı ise, Shakespeare’in meşhur “olmak ya da olmamak” dizelerine bakıp, “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” diyebilecek eski toprak ve yeni kandır.

Havalar ısındı... Mı?

Dün 2 dereceye kadar inmişti, 
şimdi 10 gösteriyor.

Güzel bi şey sanki bu? Mmm...

5 Ocak 2010 Salı

Ceci n'est pas une poème.

Herkes uyuyor...
Şimdi;
Hayır, ben uyumuyorum demeyin ama bana. 
Biliyorum ki beni seven insanlar, sevdiğim insanlar, yanında olmak istediklerim... Hepiniz uyuyorsunuz işte. 
Ben de yine farkında değilim gece olmuş sabah mı. 
Anladım artık, bu kafayla benden bi bok olmaz. 
Ama belki birazcık votkayla mucizeler yaratırım, kim bilir.
Hem bu bir şiir değil.


3 Ocak 2010 Pazar

Nasılım?

Ben bi bok yedim, blog'umun temasını değiştirdim. Yarın Fransızca finalim olduğu hâlde, işim gücüm yokmuş gibi aradım, buldum, seçtim, uyguladım. Ama tahmin ettiğim kadar kolay bir iş değilmiş bu.

Misal,
Kayıtlı bağlantılarım gitti, hepiciği gitti. Hem bu temaya öyle eskisi gibi "izlediğim blogları ekle" deyip, blog da ekleyemiyorum. Her bir blogun URL'sini yazmak lazım, vs.

Sizden isteğim, temamla ilgili yorum yapmanız. Nasıl olmuş?
Beğenmediyseniz eski temaya da dönebilirim. Kaydettim onu.

Benim yorumum: Biraz s.kko oldu. Doğru düzgün çalışmıyo sanki tema. Bi kere benim profilim yok, resmim yok, gitmiş onlar. Eklediğim blogların direkt URL'sini gösteriyo. Gaykedi ve Iruneach'i kendim ayarladım mesela. Öff.

2 Ocak 2010 Cumartesi

Kızarmış Ekmek Kokusu


ve Mutluluk...

Annemin evde kalırken ve sabah okula/dershaneye giderken(bi buçuk iki sene evvel olur kendileri) sabahın köründe merdivenlerde bir kızarmış ekmek kokusu olurdu hep. Ben de rejim yapıyorum o zamanlar, 4 kat merdiveni İrem aşağı İrem yukarı inip çıkıyorum. Bu inip çıkmalar esnasında da hep bu güzel kızarmış ekmek kokusu eşlik ediyor burnuma. Ama konu bu değil.

Konu şu: Ben bu kokuyu ne zaman duysam, henüz yeni evlenmiş, çocuğu olmayan bir çekirdek aile hayal ederdim. Erkek takım elbisesini giymiş, tıraş olurken karısı da mutfakta ona kahvaltı hazırlıyor, bir tarafta çay fokurdarken diğer taraftan ekmekler kızarıyor... Sonra adam mutfağa geliyor, tezgahın başındaki karısını boynundan öperken, bi yandan kalçalarını okşuyor falan. Sonra adam kahvaltı yapıp, işe gidiyor. Kadın mutlu mutlu mutfağı topluyor, evi temizliyor, akşam için bi şeyler hazırlıyor. Akşam olup adam eve geldiğinde elinde bi kutu çikolata oluyor. İçeri girer girmez sevişmeye başlıyorlar, kadın adamın göğsünden kremalı çilek yiyor falan...

Bendeki hayal gücüne bak bi de, amk lisedesin. Kır dizini otur ders çalış. Neyse. Ama şimdi düşünüyorum da... Yok böyle hayat... Bu kadar müthiş bir uyum, mutluluk, aşk, şehvet, ihtiras filan fıstık. Hem kadın neden çalışmıyor, evde oturup ev işi yapıyor bütün gün? Bu mu yani benim hayalim? (Çaktırma, evet bu.) Hangi adam akşam işten dönerken karısına çikolata getirir? Kaç evli çift saat 19.00'da sevişiyor? Hem Türk kadınlarının yüzde kaçı kocasının göğsünden krema yalamıştır? Yüzde 0,001 falan?

Hay ağzımı.. Ağız. Şöyle bir ağız tadıyla hayal de kurdurtmuyorum kendime artık. Ama son sözüm şudur: Kızarmış ekmek güzel bi şey. Nokta. -> . <-

Yürümek...

TRANSLATION OF POETRY Vol. 3

WALK...

To walk,
Leaving the non-walking behind just like an empty road,
Breaking the air right in two
To walk, looking in the eye of the dark…
To walk;
Right beside friendly faces,
Serving your head upon a plate
And carrying your heart in your raised fist…

To walk;
Knowing that they lie in ambush on your way,
That they try to trip you up…
To walk;
With a laughter from the heart…

Nazım Hikmet
Yürümek...

Elimizde bunlar var:

random (7) çeviri (7) niteliksiz bilgi (6) sevgili günlük (6) dimi (5) final haftası (5) translation of poetry (5) şiir (5) şimdi reklamlar (5) ateizm (3) hayatım sikildi (3) kısa öykü (3) nazım hikmet poems in english (3) poetry (3) sex (3) yemek tarifleri (3) öyküler (3) Muse (2) TV (2) aşk (2) blog (2) denemeler (2) din (2) ewan mcgregor (2) istanbul (2) izmir (2) kadın erkek ilişkileri (2) linguistics (2) poème (2) çizim (2) 3D (1) 40. izleyici (1) BÜMAK (1) NY (1) abazanlık (1) aids (1) aile (1) ajda pekkan (1) alıntı (1) amerika vs. türkiye (1) ananas (1) anket (1) avatar (1) ayrılık (1) aşk-ı memnu (1) bilinmeyen gerçekler (1) bir günah gibi (1) bira (1) burger king (1) ceci n'est une pipe (1) curt wild (1) duman (1) facebook (1) filistin (1) film (1) fransızca (1) français (1) freud (1) gaykedi (1) gel gör beni (1) gramer (1) hamster yemi (1) hastalık hastası (1) hayat (1) ikea (1) inekler (1) internet (1) israil (1) itü sözlük (1) kalbim ege'de kaldı (1) kelimeler (1) kendime not (1) kilyos (1) krema (1) kızarmış ekmek (1) lover you should've come over (1) martin luther king (1) mcdonalds (1) mid-term (1) müzik (1) oasis (1) olmayan adam (1) olric (1) oscar wilde (1) pasta (1) pastafaryan ne demek (1) patlıcanlı kabaklı makarna (1) pedofili (1) pedophile beards (1) psychology 101 (1) rapist glasses (1) sportsfest (1) star wars (1) steakhouse (1) sıçtın mavisi (1) texas (1) the ballad of reading gaol (1) the x files (1) to-do list (1) tutunamayanlar (1) usa (1) var olmak (1) velvet goldmine (1) video (1) webstats (1) yorum denetimi (1) yunanistan (1) yunus emre (1) çürük raporu (1) ödev (1) özgürlük (1) öğrenci evi (1)
 

Blog Template by YummyLolly.com - RSS icons by ComingUpForAir